14 Ocak 2010 Perşembe

http://www.voanews.com/turkish/2010-01-13-voa9.cfm









Gareth Jenkins: 'İsrail'le İlişkiler Eskisi Gibi Olmaz'


13/01/2010

Gareth Jenkins
Gareth Jenkins
Bir televizyon dizisine tepkiyle başlayan Türkiye ve İsrail arasındaki son diplomatik kriz, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın Türk büyükelçiye muamelesi ve bunun ardından basın mensupları önünde bu tavrıyla öğünmesinin ardından tırmandı. Türkiye’de yaşayan İngiliz gazeteci ve araştırmacı Gareth Jenkins’e göre, bu tavır hangi ülkenin başına gelse, ağır bir hakaret olarak algılanmalı. Washington’da bir toplantıda konuşan Jenkins’e göre, iki ülke arasındaki ilişkiler bir daha 1990’lı yıllardaki düzeyine dönemeyecek.

20 yıldır Türkiye’de yaşayan Gareth Jenkins, İsrail ve Türkiye arasında 1996’da iki anlaşmanın imzalanmasıyla başlayan stratejik ittifakın daha çok İsrail’e yaradığını, ama Türk ordusuna umduğunu vermediğini savundu. Türkiye’nin de bu ilişkilerden 1990’ların sonunda pratik yararlar elde ettiğini söyleyen Jenkins, yine de Türk ordusunun İsrail aracılığıyla istediği Amerikan teknolojisi silah sistemlerini, kendi deyimiyle “arka kapıdan” elde edemediğini kaydetti.

İngiliz uzman, ikili ilişkilerin askerlerin Türk siyasetinde baskın olduğu bir dönemde başlatıldığını hatırlattı ve şimdi bu baskın kuvvetin sivil hükümete geçtiğini belirtti. Jenkins, bu nedenle Ağustos ayında Anadolu Kartalı tatbikatına İsrail’in katılmaması yönündeki kararı sivil hükümetin aldığını söyledi.

Gareth Jenkins bununla birlikte Türkiye’de artan bir Yahudi düşmanlığı gözlemlediğini, bu duyguların İsrail’in geçen yılki Gazze operasyonunda daha da arttığını ileri sürdü.

İngiliz gazeteci, İsrail’le son diplomatik krize neden olan Kurtlar Vadisi dizisine de değindi. Dizinin başrol oyuncusunun İsrail başkonsolosluğuna girerek oradakileri öldürmesi, İsrailli diplomatların çocuk kaçırdığını göstermesi, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın Türk Büyükelçi Oğuz Çelikkol’u çağırarak protesto notası vermesine yol açtı. Gareth Jenkins, Türk toplumunun içinde bulunduğu psikozu yansıtan dizinin, fazlasıyla Osmanlı nostaljisi, Türk ırkının üstünlüğü ve Yahudi düşmanlığına dayalı unsurlar içerdiğini söyledi.

Jenkins, Büyükelçi Oğuz Çelikkol’un İsrail Dışişleri Bakanlığı’nda yaşadığı koltuk kriziyle ilgili olarak, “Her ülke bunu büyük hakaret olarak alırdı. Hatta Türkiye gibi, şerefin, siyaset ve kişisel hayatın önemli unsuru olarak görüldüğü ülkelerde bu, çok ağır bir hakaret,” diye konuştu.

Washington’daki Wilson Merkezi adlı düşünce kuruluşunda Türkiye’nin Batı’dan Doğu’ya kaydığı yolundaki tartışmaları değerlendiren Gareth Jenkins, Türkiye’deki hükümeti ‘otoriter rejim’ diye niteledi. Özellikle Ergenekon davasına dikkati çeken Jenkins, “Geçmişte laikler İslamcılar’a baskı uygulamak için yetkilerini istismar ediyordu, şimdi hükümete yakın kesimler ellerindeki yetkileri kötüye kullanıyor, hatta yasaları ihlal ediyor ve katı görüşlü laiklere baskı yapmaya çalışıyor,” diye konuştu.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast iddialarını “gülünç” diye değerlendiren İngiliz gazeteci, bu iddiaları destekleyecek hiçbir kanıt olmadığını söyledi. Jenkins, Genelkurmay’a düzenlenen baskınla ilgili olarak da, “Benim ülkem İngiltere’de polis, böyle bir şeyi bürokratik bir mücadele vermeden yapamaz. Amerika’da da FBI, Pentagon’a izinsiz giremez,” dedi.

Gareth Jenkins, Türkiye’deki siyasi durumla ilgili olarak, “Bu bir otoriter rejimden bir başka otoriter rejime geçiş. Genelkurmay’a baskın da bunun bir göstergesi,” diye konuştu.

İngiliz gazeteci, AK Parti’nin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kontrolünde olduğunu, bunun da kendisi için bir dezavantaj olduğunu söyledi. Erdoğan’ın çevresinin “evet efendimci” danışmanlarla çevrili olduğunu kaydeden Jenkins, kendisine kimsenin itiraz etmediğini, ancak kimsenin de yerini alacak karizmaya sahip olmadığını kaydetti.

Jenkins, Adalet ve Kalkınma Partisi’yle Fethullah Gülen hareketi arasındaki bağlantıyı da değerlendirdi. Gülen hareketinin Türkiye’de AK Parti’den de güçlü bir tabana sahip olduğunu belirten Gareth Jenkins, iki kesimin mantık evliliği yaptığını savundu. İngiliz gazeteci, hiçbir liderin Başbakan Erdoğan kadar tabanla bağı olmadığını, Erdoğan’ın 2011’de cumhurbaşkanı olup partiler üstü bir konuma geçmesi durumunda, kendi partisinde kontrolün Gülen hareketine geçeceğini öne sürdü.

6 Ocak 2010 Çarşamba

ABD ve Cemaat - 6 Ocak 2010

Cemaat-skeptic: “… with all the zeal of a late convert”

Cemaat’ten (bundan sonra büyük harfle, çünkü The Cemaat) şüphe etmek, ona karşı olmak ve ve hatta onunla mücadele etmek için sorular, kuşkular ve nedenler:

1) Şeffaf değil.

2) Otoriter olmaya meyilli. Bunu daha gücü tamamen ele geçirmeden bile yeterince gösterdi. Demokrasi söylemlerinin içselleştirilmemiş ucuz bir makyaj olduğu çok açık. Mutlak güce sahip olduğunda bu eğilimin zayıflaması sürpriz olur.

3) Kendi içinde de demokrat değil (?). Aslında bunu tam bilmiyorum. Dışarıdan resmedildiği gibi tamamen hiyerarşik, otoriter ve lider odaklı mı? Kararlar nasıl alınıyor? Personel politikaları nasıl belirleniyor? Kim nasıl görevlendiriliyor, yükseliyor ya da azlediliyor? Yerel unsurların, küçük oyuncuların sesi yukarıya ne kadar ve nasıl yükseliyor? İçeride oylama, eleştirme, danışma, feed-back kültürü var mı?

4) Makyavelyen. “Once a Machiavellian, always a Machiavellian” ?

5) Dış bağlantıları açık değil. Cemaatin tamamı değil elbette ama tepesi yabancı bir güç (muhtemelen ABD ama belki başkası) ile a) işbirliği içinde olabilir, b) direk ve bilerek ona hizmet ediyor olabilir, c) eylemleri farkında olmadan onun çıkarlarına hizmet ediyor olabilir, d) ABD cemaate muhbir(ler) vasıtası ile sızmış ve/veya teknik imkanlarla bilgi akışını ve/veya “merkez bilgisayarı” “hackleyerek” onun derlediği istihbarat havuzuna erişiyor olabilir.

***

ABD’nin Cemaat’e bakışı ile ilgili iddia edilenler/edilebilecekler:

a) Cemaat’in dünya çapındaki okullar ve diğer örgütlerinden oluşan şebekesinin ürettiği/üretebileceği, a) ılımlılık ve b) istihbarat ABD’nin “gözünü döndürüyor,” “ağzını sulandıryor”. “Sen bana yukarıdakileri verirsen, Türkiye de senin olsun.”

b) ABD Türkiye’de başat unsuru asker olan eski statükonun biletini kesti ya da onu rehabilitasyona / ehlileştirmeye karar verdi. Bunun nedeni a) ordunun giderek Amerikan aleyhtarı bir renk kazanmasından duyulan tedirginlik, b) “çağımızda” ordu merkezli bu tür bir yapı ve ortaklığın i) “son kullanma tahini doldurduğunu”, ii) artık “kabul edilemez” ve/veya sürdürülemez olduğunu düşünmesi,

c) ABD’nin veya onun içindeki bazı unsurların Türkiye ile ilgili “karanlık emelleri” var ve bunlara başta ordu olmak üzere eski düzen zayıfladığında ve/veya Türkiye’de bir iç çatışma yaşandığında daha kolay ulaşılabileceğini düşünüyor. Ya da belki de Cemaat bilerek ya da bilmeyerek ABD’ye Türkiye’de başat unsur kendisi olursa bu “emellere” daha kolay ulaşılabileceğini düşündürttü.

d) ABD’nin Cemaat ile sanıldığı gibi “karanlık” bir ilişkisi yok, ona istihbarat, akıl ya da emir vermiyor. AKP’nin Türkiye’deki en güçlü parti, Cemaat’in en dinamik ve organize grup olduğunu görüyor. "Onu ben yaratmadım, ben palazlamadım. Önümde buldum. Bir yere gidecekleri de yok. O halde niye onlarla kötü olayım?“ N’apsın Amerika?” “Bu saatten sonra” “darbe mi yaptırsın?” “Dünya değişti.” “ Bu Türkiye’nin iç meselesi.” ABD Cemaat’in ne Türkiye ne de Amerika için tehlike arz ettiğini düşünmüyor. Onu bir tür sivil toplumlar konfederasyonu olarak algılıyor. Belki ileride gerekirse onun da ipini kesebileceğini” düşünüyor/sanıyor. Bu sonuca bizden fazla şey bildikleri ve daha akıllı oldukları için mi vardılar, daha az şey bildikleri ve daha az akıllı oldukları için mi? Yoksa konuyu oturup her yönüyle tartışıp düşünmedikleri ve gerçek bir review’dan geçirmedikleri için ve olaylarla beraber sürüklendikleri için mi?

Bunların birden fazlası aynı anda veya kısmen doğru olabilir. Daha farklı ve sofistike okumalarınızı bana veya aşağıya yazarsanız çok memnun olurum.

***


Cemaat içinde ideolojik ya da taktik görüş farklılığı, etnik veya coğrafi köken vs kaynaklı ya da sadece çıkar temelli gruplaşmalar var mı? Şimdi yoksa bile Hoca ölünce veya sağlığı el vermeyince böyle şeyler ortaya çıkabilir mi?

4 Ocak 2010 Pazartesi

4 Ocak, 2010

“AKP bir seçim daha kazanırsa burası FC olur, halbuki AKP’ye oy verenlerin ve vereceklerin çok küçük bir kısmı bunu ister”. Ülkenin bu kadar siyasi, sosyal ve ekonomik başka meselesi olmasına rağmen önümüzdeki seçim maalesef – ve o da şansımız varsa- “burası Fethullah Cumhuriyeti olsun mu olmasın mı” seçimi olabilir.

***

Herkes kendini yaklaşan döneme göre konumlandırıyor, kullandığı ve kullanmadığı kelimeleri ona göre seçiyor. Herkes Türkiye’nin en organize, dinamik, disiplinli ve motive grubunun ve belki de tek oyun kurucusunun kim olduğunu bildiği halde (ipucu, bu AKP, ordu, bürokrasi, medya ya da “İstanbul” değil) birkaç istisna dışında kimse eleştirmekten vazgeçtim “cemaatin” adını ağzına almaya bile cesaret edemiyor.

***

Bundan sonra Türkiye siyaseti ve ülkenin geleceği ile ilgili genel değerlendirmeler yaparken cemaatin adını almayan hiçbir yorumcuyu ciddiye almamaya karar verdim.

***

“Çok kritik bir döneme girdik” sözü tarihte gereksiz yere çok kullanılmıştır. Ama içinde olduğumuz dönem bu ifadeyi gerçekten hak ediyor. Çünkü artık “cemaatin” bu oyunu kazanacağına dair geniş çaplı bir algı oluşmaya başlıyor ve bu olduğunda “ortadaki oyuncular” ona göre pozisyon almaya başlayabilir ve direnenlerin en inançlıları haricindekiler pes etmeye başlayabilirler.

***

Baykal “AKP-Cemaat aynı şey” diyerek hata yapıyor. Bu hem doğruyu yansıtmıyor hem de taktik olarak akıllıca değil. Hedef büyütmenin, Erdoğan’ı daha da Cemaat’in kolların atmanın alemi yok. AKP kendisine normal bir parti olarak davranılmadığı için bu kadar büyüdü. Kendini sürekli tehdit altında hissettiği için cemaatten kopamıyor.

***

“The case against cemaat”: ??

"The case for cemaat”: ??

***

Cemaatin güçlü yönleri: Eğitim, organizasyon, disiplin, para, gizlilik, istihbarat, motivasyon, “gelecek bizim” duygusu, başkalarındaki “gelecek onların” düşüncesi …

***

Cemaatin zayıf yönleri:??

***

Cemaatin kozmik odasında neler var? Cemaatin hangi “krokileri” var?